Temsili demokrasilerde kadınların parlamentodaki görünürlükleri çok önemseniyor. KA-DER, temsil oranı %8,8 olan parlamentoya ‘Haydi 275 kadın!’ diyor. Bir tek parlamentoda değil, 81 ilde tek bir kadın valinin olmayışı, Türkiye genelinde kadın belediye başkanı oranının %9’larda kalması, yargıdaki eksik kadın temsili, sendika yönetimlerinde tam kadro erkek yönetici hâkimiyeti, iş dünyasının tek haneli rakamlarda seyreden temsil yetersizliği KA-DER’in altını çizdiği rakamsal çaresizliklerden bazıları…
Bu rakamların artması, karar alma mekanizmalarında temsilin yani ‘kadınların görünürlüğünün’ artması demek. Bu rakamlar önemli, rakamları besleyecek olan kotalar da öyle… Ama rakamlar ve kotalar ‘görünürlüğü arttırmak’ ve ‘ifade imkânı sağlamakla’ beraber her zaman etkili politikalar üretileceğini de garanti etmez. Sesi kısık, renksiz bir ‘görünürlük’ tam bir temsil demek değildir.
Farklılığa gel hanım!
Dünyada 1930’lar öncesi dönem, kadınlar için ‘oy verme ve seçilme’ hakkının konuşulduğu bir dönemdi; 44’ten sonra Inglehart’ın da altını çizdiği gibi hayat memat meselelerinden başını kaldıran kıta Avrupa’sında ‘refah politikaları, özgürlükler, çevre’ gibi politikalar öne çıkmaya başladı. 70’lerde hâlâ ‘erkek kadar iyi olan kadınlardan’ bahsedilirken artık 80’lerden beri ‘kadınca hassasiyetler’, ‘kadınca bakış açıları’ değerli bulunuyor. Evet, kadınların kendilerine ait gündemleri var ve bu gündem kadınlar tarafından dile getirilmeli. Kadınlar kendi ajandaları ile siyasette bulunmalı. Fakat çoğunlukla kadınların ajandalarında bulunanlar, partilerin ‘acil yapılacak işler’ listesinde yer almıyor. Parti yapılanmaları demokratik değil. Kaynak tahsisi, eşit rekabet şartları her zaman kadınların isteklerinin tercüme edilmesi için uygun ortamlar oluşturamıyor. Temsil gücü ne olursa olsun, böyle parlamentolarda ‘adil temsilden’ ve ‘demokratik ruhtan’ bahsetmek zorlaşıyor.
Kadın adaylar için seçim çalışmaları esnasında ‘kadınca farklılıkları’ vurgulamak çok yaygın bir tutum. Bu şekilde seçmene daha çabuk ulaşma, taleplere daha hızlı cevap verme ve erkek adaylara fark atma imkânı da doğuyor. Çünkü dünyada hâlâ kadınların çocuk, eğitim, aile gibi ‘feminen’ konularda daha ehil, savaş ve ekonomi gibi ‘maskülen’ konularda daha az ehil oldukları düşünülüyor. Kadın temsilciler arasında savaş, işgaller ve ekonomi gibi konular üzerinden siyaset yapmak genellikle kişisel tercih, uzmanlık alanı gibi sebeplere bağlı oluyor.
Önümüzdeki seçim için ‘Haydi Meclis’e’ dediğimiz 275 kadın hangi kriterlerle siyaset yapacak? Sınırları önceden çizilmiş ‘maskülen’ araçlarla mı yoksa sürekli kadınca farklılıkları vurgulayan ‘feminen’ bir üslupla mı? Halbuki savaş ve ekonomi gibi ‘maskülen’ konulara da kadınca bakmak mümkündür, böylelikle kadınlar adaletsizliklere-eşitsizliklere daha çok dikkat çekebilirler. Çünkü kadın seçmenler dünyanın pek çok yerinde savaş ve ekonomi gibi konulara farklı yaklaşıyorlar. Anneler ekranlarda ‘ölü bebekler’ görmekten hiç hoşlanmadıkları için hükümetlerin savaşları, işgalleri maruz gösteren açıklamalarına kulak tıkıyorlar, silahsızlanma politikalarına sempati duyuyorlar. Belki bir miktar tabiat ana ile özdeşlik kurmaktan olsa gerek, çevre konusunda da daha hassas oluyorlar. Bu taleplerin dile gelmesi demek, hükümetlerin enerji ve ekonomi politikalarına çekidüzen vermesi demek. Enerji ve ekonomi politikaları ile çatışan bir kadın politikası! Yeryüzünde bu taleplere geçit verecek kadar demokratik bir siyasi parti yapılanması var mı?
Mucize değil, kehanet!
Kadın temsil oranı %45’in üzerinde olan ve bu haliyle ‘mucizeye yakın’ diye nitelendirilen Norveç Parlamentosu’ndaki kadın temsilciler üzerinde bir araştırma yapılmış. Araştırmaya göre kadın vekiller, silahsızlanma, çevre, eğitim gibi talepleri gündeme getirdiklerinde, bu taleplerinin hükümetlerin enerji, ekonomi, güvenlik politikaları ile çatışması durumunda referans olarak parti programına bakıyorlarmış. Parti programı ile ters düşmeyen vekil, kabul görmeyen talepleri için parti ile değil, parti grubu ile çatışıyormuş genellikle.
Parti programı-parti grubu algısının bütüncül olduğu ve bu süreçlerin ‘aşırı erkek egemen’ mekanizmalarla yürüdüğü ülkemizde kadınların ‘farklı’ taleplerini ve sesini parlamentoya yansıtması ne kadar mümkündür, tartışmalıyız.
Fakat sürekli kadınca farklılıklar üzerinden siyaset yapmak ve bu yolla eşitlik talep etmek de kategorik bir aldatmacaya sebep olabilir. Bu algıdan doğan eşitlik, hayli sembolik olabilir. Talep edilen eşitlik, eşit rekabet şartlarında kadınların siyasetin her alanında görünürlüğünü arttırması için talep edilmelidir.
Renksiz ve sessiz kadınlar
Tabii yine bir üst kadın kimliği oluşturarak adayların bireysel farklılıklarını da öldürmemek gerekir. Zira bütün erkekler statükodan yana ve bütün kadınlar statüko karşıtı diyebilir miyiz?
Kadın haklarını savunan erkekler kadar anti-feminist olan kadınlar da bulunur. Yine de kadınların kendi taleplerini erkeklerden daha iyi dile getireceklerine şüphe olmadığından elbette ‘kadın temsilcilere ihtiyacımız yok’ diyemeyiz. Ama “Kadın cinayetlerine ses çıkarmayan, hatta bu cinayetlerden sebep meselenin konuşuluyor olmasına ‘bir musibet bin nasihatten iyidir’ diyen, gücün ve iktidarın erkek egemen mekanizmalarda dağıtıldığı, temsil edildiği ve bu mekanizmalardan seçilerek geldiği, kadına kısıtlı siyaset alanı çizen bir zihniyeti temsil eden, renksiz ve sesi kısık kadın temsilcilere ihtiyacımız var mı?” diye sorabiliriz.
(*Bu soru, Rosie Campbell, Sarah Childs and Joni Lovenduski’nin ortak yazdığı ‘Do Women Need Women Representatives?’ isimli makalesinden alınmıştır.)